26 Kasım 2012 Pazartesi

Türk Kadınlar Birliği Paneli ve Zihnimde Kalanlar


23 Kasim'da Öğretmenler Günü vesilesiyle bir konuşma yapmak üzere kurumsal kimliğine ve sosyal hedeflerine içtenlikle saygı duyduğum Türk Kadınlar Birliği'nin Kadıkoy Şubesi tarafından davet edildim. Beğenilmek, tercih edilmek fevkalade güzel ve özeldir. Ancak, ben yine kimseleri memnun edemedim, yine hiç bir yere ait olamadım, yine işitilmek isteneni söylemediğim için dinlenmek istenmedim, yine  "şuncu buncu" dediler, yine etiketlendim yine ötekisi olarak bellendim. Benim de kaderim bu demek, kimselere yar olamamak, hiç bir yere ait olamamak, hep yalnız ve sadece vicdanımla baş başa yaşamak.
Gayet özenle hazırlanmış etkinlik esnasında ögretmenlerin sorunlarından bahsederken barınma problemine değindim ve askerler ve bürokratlar ile öğretmeni bu başlık altında kıyaslamak istedim ve dedim ki "üst düzey asker ve bürokratlar bir şehirden diğerine taşınırken bir birlik/bir kurum seferber olup, gidecekleri yerlerdeki lojmanları donatılırken, ceplerinden taşınmak için tek kuruş cıkmazken, eşyaya 1 kuruş para vermezken, eşleri taşınma-yerleşme eziyeti yaşamazken, garip bir öğretmenin tayini dogu'ya çıktığında üç kuruş maaşının yarısını tek göz odaya verip yasamını idame ettirmeye calışır". Eğitimin ve öğretmen kalitesinin temeli saydığım köy enstitülerinin kapatılmasından bahsederken de dedim ki "CHP'nin bu konuda vebali büyük, köy enstitülerini kapatmasaydı şimdi bizlerin evlatları nitelikli eğitimcilerin yetiştirdiği parlak nesiller olacaktı, bundan mahrum bırakıldık. “Hiç bir şey olamazsan öğretmen ol deyişinin nasıl içimi yaktığından bahsederken ise "keşke öğretmenlerimiz bu deyişe maruz bırakılmasaydı" açıklamasını getirdim. Sen misin bunları diyen. Ne Ak Partililiğimiz kaldı ne asker düşmanlığımız ne de CHP karşıtlığımız.
Doğrudur, hata bende, nabza göre şerbet vermeliydim. Herkeslerin yaptığı gibi salonun havasını şöyle bir koklamalıydım, yaka rozetlerine, takılan fularlar üstündeki sembollere, saçlara, kıyafetlere iyice bakmalıydım, hatta bir Üniversite’deki panelden önce panelistlerden birinin yapacağı konuşmanın kıvamını ayarlayabilmek için konuşması öncesinde dinleyicilerden birine "içeride çoğunlukla bizim yurtseverler mi var?" (pkk severleri kastederek) diye sorduğu gibi ben de bu paneli düzenleyenlere böylesi bir soru yöneltmeliydim ve ortama göre ortalama bir konuşma yapmalıydım. İşte gelsin ondan sonra alkış kıyamet, "işte bu da bizden, helal olsun" dayanışması, sonra ardı arkası kesilmesin o gruplardan gelecek konuşma davetleri.
Ben bu “yanasmaları” öyle iyi bilirim ki. Bir çevreye girip, sık aranılan mı olmak istiyorsun, ver ortama göre hiç katılmadığın hiç inanmadığın o kıvamdaki ortam coşkusunu sonra ver elini bin bir tv programları,  il il nutuklar, gazetelerde yazarlıklar, tv'lerde danışmanlıklar, üniversitelerde dersler, yurt dışı “akil adam” gezileri.
Hele başını sokmayı başardığın ortam maddi açıdan güçlü ve manevi açıdan da etkin bir ortamsa, Allah, yürü ya kulum. Bakan danışmanlıkları, iktidar partisi myk'lığı, üniversite rektörlüğü, bin bir yerde yönetim kurulu üyelikleri, daha neler neler.
Sonra çıkarmaya başlarsın maddi- manevi başarının tadını ta ki onlardan olmadığın için senin konusmalarını duymak istemeyen, onlardan olmadığın için senin danışmanlıklarını beğenmeyen, onlardan olmadığın için senin rektörlüğünü başarısız bulan ve yine onlardan olmadığın için yönetim kurulu uyeliğini sana "fazla" bulan yeni muktedirler iktidar sahibi olana dek.
Sonra sen gidersin diğer “yanaşmalar” gelir. Nitelik, bilgi, ahlak, erdem, namus, vicdan falan hikaye, yeter ki yamanmak istediğin merkezin iyi “goygoycusu” ol.
Yasam tam da bu değil mi? Yalakalarla-onurlular, slogancılarla-bilgeler, "mış" gibi yapanlarla-gerçekten iş yapanlar, soytarılarla-asiller.
Yaradan'a defalarca hamd olsun ki pek cok sevmeyenim, söylediğimi pek cok duymak istemeyenim, hiç bir ünvan ve makam vaad edemeyenim var.
Sonra ben senin adını dağlara denizlere nasıl yazmak istemem “Hey Özgürlük”...

22 Kasım 2012 Perşembe

Süreç Araştırma Merkezi ve Ezan, Çan, Hazan


“Ezan, Çan, Hazan” Belgeselini izledikten sonra Antakya’ya vurulmuştum. O gün bu gündür aklımdaydı gitmek. Kısmet, Süreç Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen “Ortak Yarın : Hatay” toplantısı vesilesiyle orada bulunmakmış.
Etnik, sosyal ve toplumsal olarak sorunlu alanlarda düzenlediği toplantılarla farklı etnik, sosyal ve toplumsal kesimleri iki günlük toplantılar çerçevesinde bir araya getirerek, bu kesimlerin basına kapalı bir ortamda iletişim geliştirmelerini ve böylelikle grupların kendilerine özgü sosyal, etnik ve toplumsal sıkıntılarını anlamalarına aracı olmayı hedefleyen Süreç Araştırma Merkezi Antakya toplantısı özelinde de yine aynı ilkeyi uyguladı.
16 Kasım’da İstanbul’dan hareket eden Süreç Araştırma Merkezi’nin Çekirdek Ekibi’nde Ak Parti iktidarı vesilesiyle biri diğerini pek sevmeye başlayan ve kaynaşıveren müslüman, kürtsever, Atatürksavar ve liberal gazeteci ve aydın (!) tayfa vardı. Bir “Süreç Araştırma Merkezi” klasiği olan bu grup yapılanması arasında olmaktan 2008 yılından bu yana bir an bile geri durmayı düşünmememin nedeni, hem sloganları/kalıpları/ötekileştirmeleri kendi zihnimde aşma gayesi hem de bir grup içinde “körler sağırlar birbirini ağırlar” kıvamındaki tek sesliliği bireysel dahi olsa kırma arzusu yatmaktadır. Böylesi temel iki gayeyi düstur edinmemiş olsaydım, Süreç Araştırma Merkezi’nin Çekirdek Ekip Üyesi olarak 2008 yılından bu yana katıldığım her toplantıda sağ ve sol tarafımda yer alan Çekirdek Ekip’ten ve Yerel Kanaat Önderlerinden oluşan gruba baktıkça ve kültürel ve ideolojik formasyonumun tümüyle dışında olan konuşmalarını dinledikçe ve fotoğraf karesinde yer alan “Onlar”ın arasında “kendim”i gördükçe ruh ve akıl sağlığımı bu güne dek korumam mümkün olamazdı.
Süreç Araştırma Merkezi’nin zihnim için bir “laboratuvar”, ruhum için ise bir “eğitim merkezi” olma özelliklerinden hareketle 17 Kasım tarihli toplantıda yerimi aldım. Yerel katılımcı profili, bu güne dek katıldığım tüm diğer toplantılardan daha ilginçti. İsrail’in Gazze saldırısı sonrası toplantıya katılmakta sakınca görmeyen ve toplantı esnasında hiç bir nahoş hal ve tavırla karşılaşmayan Antakya Musevi Cemaati Başkanı, Ermenilere yapılan zulüm ve uygulanan ötekileştirme politikalarını açık yüreklilikle anlatan Ermeni Cemaati lideri, Antakya Kürt ve Arap Alevilerinin nasıl bir parça da olsa üvey evlat muamelesi gördüğünü serzenişli bir dille anlatan Dede, Ermeni, Arap, Alevi, Hristiyan ve Sünni mahallelerin çoktan beri ayrı olmasından dem vurarak aslında bu birlikteliğin “sözde” olduğunu ifade eden pek çok sivil toplum önderi, yıllardır sulh ve hoşgörü çerçevesinde yaşamayı nasıl başardıklarını anlatan Ortodoks Cemaati Temsilcisi, pek çok yerel dini lider ve iki etnik ve kültürel uç : Samandağı ve Yayladağı Belediye Başkanları ve daha pek çokları.
Yanlışlıkla (!) davet edilmiş olduğum 2006 tarihli Abant Platformu Orta Doğu Toplantısından sonra şahit olduğum en mozaik topluluktu Antakya’daki bu yerel katılımcılar benim için, Abant katılımcılarından bir farkla, orada bir diğerine tahammülsüzlük hem ifadelere hem de tavırlara yansımıştı, Antakya toplantısında ise bu yoktu.
Bu ortamı sağlamak da Süreç Araştırma Merkezi’nin hüneri. Bu hünerden hisse almak ise tüm etnik, kültürel, sosyal ötekileştirmeleri Mustafa Kemal Devrimine, Tek Parti iktidarına, Devleti merkeze koyan siyasal algılamaya, liberal olmayan ideolojilere, askerlere mal eden bencil nefislere; kendinden farklı olanı ötekileştiren, yabancı sayan ve hatta dışlayan vicdan yoksunu insan evladının hoyrat tavrına; Mustafa Kemal’e, askerlere, sağ siyasete olan tüm nefretlerini kürtlerin mevcut mağduriyetlerinin, Alevilerin dışlanmışlıklarının, mütedeyyinlerin ezilmişliklerinin faturası sayarak kusan tüm toplumsal kesimlere düşmektedir.
Kürtlere kaka yedirilirken vicdan sahipleri nerelerdeydi, askerler iktidardayken kalem erbabları-TV Zagorları nerelerdeydi, azınlıklar ibadetlerini dahi sakınarak yaparken libareller nerelerdeydi, Aleviler cayır cayır yanerken mütedeyyinler nerelerdeydi ve zamanında ötekileştiren şimdilerde ötekileştirilince ve sitem dışı bırakılınca sadece kendini aydınlatan bencil, menfaatçi aydınlar neredeler, mütedeyyinler neredeler, Kürtler neredeler,  liberaller neredeler, insan hakları savunucuları neredeler? !!!