Türkiye ve ABD’nin
yakın müttefik olduğu dönemleri dikkatle incelediğimizde, ABD desteğinden
yararlanmak amacıyla Türkiye’nin pek çok kez zarar gördüğü ve bazı
dezavantajlar yaşadığı anlaşılacaktır. Türkiye’nin ABD ile yakın ilişkilerinden
kaynaklanmış olan bu zarar ve dezavantajları açıklamak üzere şu somut örnekler
verilebilir:
İlk
olarak, Türkiye ABD’nin politikaları gereği Orta Doğu Arap devletlerinden
uzaklaşmış, ABD ve Batı ile ilişkilerini yoğunlaştırırken Arap
karşıtı politikalar geliştirmiştir. Bu nedenle, bu
durum hem Arap’ların Türkiye’ye karşı besledikleri nefreti artırmış, hem de
Orta Doğu devletlerinin, Türkiye’nin şiddetle ihtiyaç duyduğu zamanlarda
faydalanabileceği siyasal ve ekonomik desteği çekmelerine yol açmıştır. İkinci olarak, zaman zaman Türk yetkililer, Türkiye’nin
ABD’ye bağımlı oluşunun ve bu devlete yönelik aşırı müsamahakar tutumunun iç
politikada yol açtığı karmaşayı çözmek zorunda kalmışlardır. 1960’ların sonunda
beliren ve 1970’lerde şiddetlenen Anti-Amerikancılık, Türkiye’de sağcı ve solcu
kesimi kışkırtan ve iç politik düzeni istikrarsızlaştıran unsurlardan biri
olmuştur. Üçüncü olarak, Türkiye, güvenlik ve
ekonomik ihtiyaçlarını abartarak ve Mustafa Kemal Atatürk’ün Batılılaşma ve
ekonomik gelişmeyle ilgili hedeflerini yanlış anlamlandırarak bu ilişkileri
bağımlılığa dönüştürmüştür. ABD’ye olan bu bağımlılık, Türkiye’yi, coğrafi
olarak yer aldığı bölgelere ilişkin özgün dış politika stratejileri
geliştirmekten, çok yönlü dış politika modeli benimsemekten ve dış politika
gündemini çeşitlendirmekten alıkoymuştur. Bu durum, aynı zamanda Türkiye’nin
uluslararası siyasal arenada yalnız kalması sonucunu da doğurmuştur. Türkiye,
özellikle ABD’yle ilişkilerinin bozulduğu zamanlarda başka devletlerin siyasal
ve ekonomik desteğine ihtiyaç duymuş, ancak umduğunu bulamamıştır. Dördüncü olarak, II. Dünya Savaşı’ndan sonra sadece
ABD’yle işbirliğinde ısrarlı oluşu, ABD’nin büyük askeri ve ekonomik gücü
karşısında kendi ekonomik ve askeri gücünü geliştirme hususunda Türkiye’yi aciz
bırakmıştır. Bu nedenle Türkiye, bölgedeki devletlerle işbirliği geliştirememiş
ve bölgesel bir güç olma fırsatını kaçırmıştır. Beşinci olarak, Türkiye,
ikinci Irak Harekatı başlamadan önce Kuzey Irak konusunda “kırmızı
çizgileri’nin olduğunu açıklamış ve bir Kürt devleti oldu bittisine karşı bu
kırmızı çizgilerin aşılmaması gerektiğini duyurmuştu. TBMM’de 1 Mart
Tezkeresi’nin reddinden sonra Türkiye beklenen desteği ABD’ye vermeyince, bu
karar Kürt gruplarınca bölgede nüfuz sağlama amacıyla kullanıldı. Böylece Kürt
gruplar için Irak bir cephe haline geldi ve Kürtler bölgedeki Türkmenlere karşı
da şiddetli baskı uygulamaya başladılar. Sonuçta Türkiye Kuzey Irak politikası
çerçevesinde attığı adımların karşısında her seferinde ABD ile Kürtleri buldu
ve Türkiye Irak’ın yeniden oluşumunda devre dışı bırakılmaya çalışılınca,
Türkiye ve Kürt gruplar arasında adeta bir soğuk savaş yaşanmaya başladı. Daha
da ötesi Türkiye’nin kırmızı çizgilerini ilan etmesine rağmen bir Federe Kürt
Devleti kurulması için yapılan girişimler Kürtlerin lehine sonuçlandı. Yeni
Irak yönetiminin oluşturulması ve Federe Kürt Devletinin kurulması sürecinde
ABD’nin Türkiye’ye söz hakkı tanımaması, bir bakıma 1 Mart Tezkeresi sonrası
yaşanan hayal kırıklığı nedeniyle Türkiye’yi “cezalandırma” olarak
nitelendirilebilir. 2003 Irak Harekatı sonrasında Irak, geçmişte Saddam rejimi
döneminde yarattığı tehdidin aksine zayıflığından kaynaklanan bir tehdit unsuru
haline geldi. Türkiye’nin ABD ile yakın ilişkilerinden kaynaklanmış olan zarar
ve dezavantajlara son bir örnek olarak, Arap Baharı sonrasında Suriye özelinde
yaşanan gelişmeler verilebilir. Amerikan yönetiminin Suriye’nin geleceğine ilişkin
plan ve uygulamalarına Türk dışişleri o denli yoğun bir destek vermektedir ki
“Esad”lı ya da “Esad”sız bir Suriye her hal ve şart altında Türkiye için hem
Orta Doğu genelinde hem de Suriye ve İran özelinde büyük sorun yaratacaktır.
Türkiye’nin maruz
kaldığı tüm bu dezavantajlara rağmen
Türk dış politikası, ’kahvenizi sütlü
mü alırdınız sütsüz mü?’ gibi, Türkiye’nin dış politikası ABD’li mi olacak
ABD’siz mi?’ şeklinde ele alınamayacak bir kıvama gelmiştir. Türk dış
politikasının parametreleri öyledir ki
kader sanki Türkiye’yi kahveyi hep sütlü içmeye zorunlu kılmıştır, özellikle de
Avrupalı dostlarımızın bilinen stratejik tuhaflıkları, Orta Doğu’nun çözülemez
karmaşası ve Rusya’nın gelecekteki belirsizlikleri söz konusu olduğunda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder