Avrupa kendi içinde kimlik tartışmalarına başladığında en
büyük çelişki dışladığı, ötekileştirdiği kültürleri kabul etmemesi olmuştur.
Avrupa’nın tarihinde yarattığı “barbar” tanımlaması günümüze kadar farklı
kültürler veya medeniyetler ile karşılansa da halen kafalarda varolan bir
imajdır. Bugün Avrupa’da bu tanıma karşılık gelen ve Avrupa’nın farklılıklara
karşı tahammülsüzlüğünü gözler önüne seren “İslamofobi” yani İslamiyet korkusu veya düşmanlığıdır.
Bunun nedeni ise bilgisizlik ve yine batı patentli bir kavram olan
Oryantalizmdir. Sömürgecilik döneminde, kendinden farklı olan bir kültürün
zayıf ve güçlü noktalarını tespit etmek için Batılı devletler oryantalizmi
kullanmış, Müslümanları İslam konusunda şüpheye düşürecek ve kendilerini
kurtarıcı olarak gösterecek şekilde, İslamiyet’i yeniden biçimlendirmişlerdir.
Bunun sonucunda bugün varolan, tahrif edilmiş kavramlar ile dolu (cihat, ümmet,
tevhid, fundamentalizm gibi) ve batı tarafından yorumlanmış bir din ortaya
çıkmıştır. Edward Said Oryantalizmi “Fonksiyonu tamamen farklı bir dünyayı
anlamak, bazı durumlarda kontrol etmek, yönlendirmek, hatta eritmek” olarak
tanımlarken, emperyal fetihlerin meşrulaştırılmasına yardım eden aracın ise din
olduğunu vurgulamıştır. Avrupa; XIX. yüzyılda yaratılan bu dinden korkmakta;
ancak yaratanın da kendisi olduğunu unutmakta, Müslüman mültecileri ve
göçmenleri sertlik ve dışlama politikaları ile bastırmaya çalışmaktadır.
Müslümanların, hoşgörüye dayanan ve çok kültürlü toplum yapıları ile övünen
Avrupa ülkelerinde farklı addedilerek ötekileştirilmesi sürekli bir yanlış
anlama ve ön yargının eseri olarak belirmektedir. Zira İslam “güçlü bir düşman,
sapkın ve egzotik bir yapı, içine dönük bir kitle, yeniden yapılanmayı
becerememiş bir medeniyet, modern çağa fanatik bir tepki” olarak
algılamaktadır.
Avrupa içinde oluşturmaya çalıştığı
birliği ve kollektif kimliği; ortak düşman, kendinden farklı görüp
yabancılaştırdığı “öteki” üzerinden oluşturmaya çabalamaktadır. Farklı
kültürlere karşı dışlamacı ve saldırgan davranmakta, kültürel üstünlük
söyleminde bulunmaktadır. İslam kültürünün evrensel değerler ile uyuşmadığını
savunurken değerleri belli kültürlerin tekeline sokmaktadır. Bu kültürel indirgemecilik
demokrasi ile çatıştığı gibi, Avrupa merkezci bir yaklaşım ile
karşılanmaktadır. Küresellik iddiasındaki bir oluşum, kültürler arası
etkileşimi reddetmemeli, samimiyetini farklılara açık olarak ve paylaşımla
göstermelidir. Dinler arası diyolog ve anayasa girişinde -Hıristiyanlık- yerine
evrensel değerlere atıfta bulunulmuş olması bunun için iyi bir başlangıçtır.
Yine de; Avrupa kimliği, kendinden farklı olanı kendi kültürel gelenekleri ile
kabul ettiğinde ve bu farklı kültürler asimile olmadan anayasal ilkelere
dayanan politik kültüre dahil olduğunda tam olarak oluşumunu tamamlamış
olacaktır.
Kendini
dış dünyaya kapatma, küresel bir dünyada kendi kültürü ile yapabilecek her
türlü etkileşimi reddetme, farklıyı kabul etmeme Avrupa’nın demokrasi ve insan
hakları görüşü ile de çelişmektedir. Kendi içinde refah devleti kurup, aynı
devletten farklı olanı dışlama, kültürler arası etkileşimi kesintiye uğratmak
sureti ile kültürünü tekelleştirme bunun da ötesinde kendi eli ile meşruluğunu
yok etme anlamına gelmektedir. Bu yüzden kimlik, bir sorun olarak kalmaya devam
edecektir. Avrupa; ancak gerçek anlamda korkmadan öteki ile yaşayabilmeyi,
hatta ondan bir şeyler öğrenebilmeyi başardığı gün kendi kimliğine
kavuşacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder