Günümüzde özellikle Batılı strateji uzmanları ve bilim
adamları tarafından olası çatışma alanları ve savaşlar üzerine yapılan
çalışmaların sıklıkla Üçüncü Dünya Ülkeleri üzerinde yoğunlaştığını
görmekteyiz. Ancak, risk taşıyan ve bu riskin krize dönüşmesini sağlayabilecek
yegane topluluğun Üçüncü Dünya Devletleri olduğunu ifade etmek doğru
olmayacaktır. Bu nedenle, hemen her bir bölge ve devlette potansiyel risk
uyarıcılarının bulunduğunu bu uyarıcıların bölge ve bölgelerde yer alan
devletlerin siyasal, sosyal, kültürel özellikleri doğrultusunda ivme
kazandıklarını ifade etmek gerekmektedir.
Ancak, krize dönüşme potansiyeli taşıyan unsurların
yüksek oranda mevcut olduğu Orta Asya, Kafkasya, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz
bölgelerinin coğrafi olarak Türkiye’ye yakın olmaları, Türkiye’nin güvenliğinin
bu dört bölgeden kaynaklanacak olası krizlerden Nato ve AB’den daha fazla
etkileneceği anlamı taşımaktadır. Kafkasya bölgesinde
Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan’da meydana gelebilecek herhangi bir sınır
sorunu, toprak anlaşmazlığı, etnik ayrılıkçı hareket ya da ayrılıkçı savaş
Türkiye’nin Orta Asya ile mevcut ulaşım yolunun kapanmasına, Rusya Federasyonu
ile Türkiye arasında tampon bölge konumunda bulunan Kafkasya bölgesindeki
devletlerin siyasal ve toprak bütünlüklerini kaybetmelerine neden olacaktır.
Orta Asya bölgesinde ise Fergana’ya ilişkin olarak Kırgız-Özbek geriliminin
artması, Özbekistan İslami Hareketi’nin (IMU) faaliyetlerini genişletmesi,
Birleşik Tacik muhalefeti ve hükümet arasında iç savaşın alevlenmesi,
Türkmenistan ve Azerbaycan arasında Hazar’a ilişkin sınır sorununun
yoğunlaşması, Özbekistan’ın doğu, kuzey, güney sınır komşularıyla mevcut
çatışmaların savaşa dönüşmesi ve Kazakistan’ın doğu sınırında Uygur ayrılıkçı
hareketinin şiddetlenmesi, güney sınırında ise Özbekistan ile mevcut gerilimin
tırmanması Türkiye’nin Orta Asya petrol ve gaz rezervlerine ilişkin projelerini
askıya almasına, Orta Asya devletleriyle mevcut ilişkilerin gerilemesine,
Türkiye’yi kendilerince yeterince müslüman bulmayan Orta Asya merkezli militan
İslamcı grupların Türkiye’ye yönelik terör faaliyetlerine başlamasına neden
olabilecektir. Orta Doğu’da ABD’nin
ikinci Irak operasyonundan sonra Irak özelinde yaşanan gerginliklerin, Kuzey
Irak bölgesindeki hareketlenmenin diğer Orta Doğu devletlerini ne kapsamda
etkileyeceğini ve Türkiye’ye olası yansımalarını kestirmek oldukça güçtür. Doğu
Akdeniz bölgesinde ise Kıbrıs meselesinin şekillendireceği; Türk-Yunan
ilişkileri, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyelik süreci ve hatta Türk-Amerikan
ilişkilerinin geleceği bilinmezlerle doludur.
İçinde
bulunduğumuz dönemde Batılı toplumların tecrübesi dışında kalan ve kendi
sosyal-kültürel değerlerini toplumlara empoze etmeye çalışan devlet dışı
grupların yükselişi potansiyel çatışma riski taşıyan bölgeleri daha duyarlı
hale getirmiştir. Bu nedenle, hemen tüm Batılı devletler terörün net tanımını
getirmekte ciddi güçlükler çekmektedirler.
Türkiye
halihazırda bu sorunlu bölgelere coğrafi olarak gayet yakın konumdadır. Bu
nedenle, hem AB ve Nato üyesi ülkelerin hem de Türkiye’nin belirtilen
bölgelerde mevcut krizlerin çatışma ya da savaşa dönüşmesini engelleme
sorumluluklarını samimiyetle yerine getirmeleri kaçınılmazdır. Bu türden bir
girişim dünya genelinde istikrarın gelişimine de katkı sağlayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder